1
- Asıma Hanımefendiden Hasan'a Mektup -
«Evvelâ beni sen sevdin, yalvardın, yakardın, benim aşkım âdeta senin galeyanına sönük bir cevaptı. Nihayet beni aldın. Ben zengindim. Atım, arabam vardı. Bütün bugünün gençleri beni istiyorlardı. Herkesin istediğine sen nail oldun. Mesuttun. Ben sana sadıktım. Sonra nasıl oldu, birdenbire döndün. Benden soğudun. Beni görmekten kaçtın, yine nihayet beni boşadın... Bu mektubumu alınca zannetme ki, sana yalvarıyorum. Fakat merak ediyorum! Niçin beni istemeyesin? Benim nem var? Yahut nem eksik?.. Daha bu sene Kadıköy kadınları arasındaki güzellik müsabakasında birinci geldim. Tahsilim birinci derecede... Zenginim de. O halde niçin beni istemeyesin? Benden güzelini bulsan bile, eminim ki, benden zenginini bulamayacaksın. O halde niçin, niçin beni istemeyesin?»
Asıma
2
- Hasan'dan Asıma Hanımefendiye Mektup -
Evet, güzel kadın, ben sevmiştim. Fakat sevmek nedir? Bunu biliyor musun?.. Sevmek herkes için başka bir şeydir. Tabiî mizaçların, tecessüslerin başka başka olması gibi... Kimi başka göze, kimi cilde, kimi ellere, ayaklara, kimi şişmanlığa, zayıflığa, kimi boya, kimi kalçaya bakar. Hâlbuki ben... profile bakarım... Daha mektepten beri âdetimdir: Birisiyle konuşurken onda ne profili olduğunu ararım. Meselâ küçük profilli bir adam konuşurken onun lâflarını havlamaya benzetirim. Dünyada ne kadar adam varsa, hepsinde bir hayvan profili vardır. Köprüden geçerken, önü kalabalık bir gazinoda otururken, herkesin yüzüne dikkat ederim. Daha bir profilsize rast gelmedim. Hep insan kıyafetine girmiş, insan maskesi takmış hayvanlar... Bir sürü, köpek, öküz, keçi, leylek, at, eşek, baykuş, kartal, tavuk, papağan, arı, güvercin» karga, balık, ayı, kaz, kaplan ilâh... Küçükken saf, masum bir merak ile okuduğum fizyonomi nazariyeleri, benim hayalime o kadar tesir etmiştir ki, kendimi Lafonten'in masallarını gösteren canlı bir albüm içinde sanırım. Meselâ karşıdan bir dostum geliyor, bir kere bakarım, yüksek kırmızı fesi, alacalı kostümü, parlak boyunbağı... Burnunun ucu sivri... Kolları kalkık ve kabarık... İddiacı, cesur... Yandan bakınca ne olduğunu görür, içimden:
- Ah, işte bir horoz...
Derim. Gelir elimi tutar, kırmızı yüzüne, tıpkı bir gül ibiğe benzeyen fesine bakarım. Sesi keskin ve notaları uzundur. Sanki bu mütemadiyen öter. Ondan ayrılır, diğerine rast gelirim. Çenesi, ağzı yayıktır. Bacakları paytaktır. Yavaş yavaş söyler ve yanaklarını gererek güler.
- Ördek, ördek...
Derim, o vakvakladıkça, ben keşfimden memnun, müsterih, onun kanatlarını, kuyruğunu arar, hatta onları da üstünde bulurum. Meşhur adamların, büyük muharrirlerin, nazırların, mebusların, büyük memurların profilleri ezberimdedir. Profillerini bildiğim için, yeni nazırların iktidar mevkiinde ne yapacaklarını ayniyle herkese söylerim. Hatta arkadaşlarım bana:
- Sen eskiden geleydin, Peygamber olurdun...
Derler. Zannederler ki, benim kerametim var. Hayır, ben yalnız profilleri tanırım. Eşek profilli bir adam mutlaka eşekçe, arslan profilli bir adam mutlaka arslanca hareket eder. Bir adamda hangi hayvanın profili varsa, mutlaka o hayvanın ahlâkı da vardır. Öküz profilli bir adamda asla kurnazlık, hile, zekâ olamaz. Eşek profilli olan inatçı, yani kibar manasıyla sebatkârdır. An profilli sokar, köpek profilli gürültü eder, dişlerini gösterir, kaplan profilli ezer ve merhamet bilmez, papağan profilli durmaz, taklit çıkarır, güvercin profilli durmaz aşk ve şefkat komedyası oynar. Tilki profilli herkesi aldatır. Domuz profilli yer, içer, keyfine bakar.
Kadınların da hepsi erkekler gibi birer hayvandır. Onlarda da mutlaka bir hayvanın profili vardır. Şişman, kocaman memeli, dalgın ve ağır bir kadın, tamamıyla bir inektir. Zayıf, huysuz, esmer, çirkin, fakat yalnız gözleri güzel bir kadın, keçidir. En güzelleri çalıkuşu, kanarya, nemse tavuğu profilinden olanlardır. Bu üç profilin hiç birisi sende yoktur.
Geçen yazdı. İlk defa Fener'de birbirimize rast gelmiştik. Ben hemen senin profilini aradım, fakat bulamadımdı.
- Ah, acaba ne?
Diyor, yüzüne bakıp bakıp bulamayınca, seni sevmeğe başlıyordum. Mademki sende bir hayvan profili yoktu. O halde insanların, kadınların... Sende hiç bir profil olmadığı için, hiç bir hayvan ahlâkı, hiç bir hayvan tabiatı da yoktu. Bazı yine şüpheye düşüyor:
- Aldanıyorum, onda da bir profil var, amma ben göremiyor, ben farkına varamıyorum...
Diyordum. İzdivacımızdan evvel, muhabbet günlerinde, senin yüzüne uzun uzun dalışlarımı, ihtimal aşk buhranları sanıyordum. Hayır. Ben hep senin profilini arıyor; seni hiç bir şeye benzetemiyordum. Profilini bulamayınca seni severdim. Galiba sen de beni... Altı ay ne kadar hoş bir hayat geçirdik. Tabiî hatırlarsın.
Fakat bir sabah... Ah keşke senden evvel kalkmasaydım... Erken kalkmış, pencerenin yanına oturmuştum. Sen hâlâ yatıyordun.
- Bu ne tembellik...
Dedim. Doğruldun, giyindin, karyolanın içine oturdun. Hava biraz serindi. Yanan soba daha odayı ısıtmamıştı. Birden yüreğim çarpmağa başladı. Boğuluyor gibi oluyordum. Sen terliklerinin üzerine düşmüş olan mor çoraplarından birisini sağ ayağının parmaklarıyla tuttun. Yukarı kaldırdın, yatağın içine oturarak giydin. Çorabın öbür eşini yerden almak için, sol ayağını uzatıyordun. Görmemek için yüzümü çevirdim. Evet, güzel kadın, sen ayağının parmaklarını tıpkı bir el gibi kullanıyordun.
- Yirminci asrın orta yerinde, diyordum, hilkatten yahut tekâmülden şu kadar yüz bin sene sonra...
...
Titriyordum. Hastalandım. Şen, beni yere seren darbenin ne olduğunu anlamıyordun. Yattığımız zaman buruşan gömleğini ayağının parmaklarıyla tutup çekiyordun. Ben bunu duyunca dişlerimi sıkıyor, tekrar titremeğe başlıyordum. Yine anlamıyor:
- Galiba hava soğuk, üşüyorsun işte...
Diyordun. Yine bir sabah sobanın önündeki koltuğa oturmuştun. Ayaklarında çorap yoktu. Yine kalbim atmağa başladı. Ayağının parmakları ile sobamın henüz ısınmayan kapağını açıyor, kımıldamayarak yatıyor, tekrar kapıyordun. Sonra yine bir gün sevgili kedin ayaklarında oynuyordu. Daha çoraplarını giymemiştin. Yüreğim hopladı. Fakat dişimi sıktım. Baktım, senin ayaklarının parmakları uzundu. Hem biraz fazla uzundu. Bu uzun parmaklarınla kediyi kollarından tutuyor, küçük bir çocuk gibi havaya kaldırıyordun. Âdeta ayaklarını ellerin gibi, hatta ellerinden daha iyi kullanıyordun.
Gözlerimi yüzüne kaldırdım. O an, o kadar arayıp da bulamadığım profilini gördüm. Sen maymundun... Alnın dar, ağzın biraz ileriye çıkıktı. Güzel, parlak cildin bu maymun iskeletini tamamıyla örtemiyordu. Hele ayakların... Aman yarabbi... Tıpkı bir maymunun üçüncü, dördüncü elleri idi. Sen biraz daha gayret etsen, yerden çoraplarını almak, sobanın kapağını açmak, yorganını, gömleğini düzeltmek, kediyi tutup havaya kaldırmak değil, hatta ayaklarının bu uzun, tekâmül etmiş parmaklarıyla yemek yiyebilecek, hatta piyano çalabilecektin. O vakit senden ürktüm. Bir daha seninle bir yatağa girmedim. Kendimi balta girmemiş bir ormanda zannediyor, kendimi kablettarih mahlûklardan bir nesne ile evlenmiş sanıyordum.
Yirminci asırda, vücudunda kablettarihî adaleleri olan, tıpkı bugünün maymunları gibi ayaklarını el diye kullanan, tekâmül etmemiş bir mahlûktan, yani senden kaçtım. Uzaklaştım.
El gibi kullandığın bu ayaklarından bir tanesini şimdi kalbinin üzerine koy, öyle hükmet. Artık seni sevmemekte haklı değil miyim?..
3
Asıma Hanımefendiden Hasan'a telgraf
- Gayet müstacel -
«Mektubunu okumadan yırttım, senden nefret ederim. Sakın bir daha bana mektup göndermeğe kalkma. Sonra fena olursun...»
Ömer Seyfettin
Yorumlar (2)